Gabriel Garcia Marquez’in Nisan 1995’te kendi el yazısıyla yazdığı okunması gereken klasik eserlerin listesini neredeyse 30 yıldır evimde saklıyorum.
Listeye nasıl sahip olduğumun hikayesini aileme ve arkadaşlarıma sayısız kez anlattım.
Hem benim cehaletimi hem de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan tek Kolombiyalı yazarın karizmasını, cömertliğini ve alçakgönüllülüğünü gözler önüne seren bu hikaye bir soruyla başlıyor, listeyle bitiyor ve lezzetli bir dondurma içeriyor.
Dondurma
Gabriel Garcia Marquez bir gün bana, “Lanet olsun Cachaco (Bogota’da iyi giyimli, bakımlı kişilere yönelik sesleniş biçimi), bir top dondurma daha yemek istediğin gözlerinden okunuyor ama bunu itiraf edemiyorsun,” diyerek sevecen ve muzip bir tavırla çıkışmıştı.
Haklıydı. Dondurma sadece lezzetli değil, aynı zamanda bana anlattığına göre Fidel Castro’nun her yıl kendisine gönderdiği doğum günü hediyesiydi.
Havana’daki ünlü Coppelia dondurmacısından alınmıştı ve hala beni evinde ağırladığına inanamadığım Garcia Marquez’in favorisiydi.
Şansıma inanamıyordum. En çok hayranlık duyduğum kişilerden biri ve eşi Mercedes Barcha ile Cartagena’da, insanların “Daktilo” ismini verdiği binadaki dairelerinin mutfağında öğle yemeği yiyordum.
Kendisi de iyi bir hikaye anlatıcısı olarak, benimle dünyanın en lezzetli dondurmasını değil, Castro ile arasındaki dostluğa ilişkin ilgi çekici ayrıntıları da paylaşıyordu.
Ben de tattığımın dünyadaki en iyi dondurma olduğunu düşünüyordum. Vanilya aromalıydı ve yoğun bir kaymak kıvamı vardı. Bana ikram ettiği dondurmanın tamamını yemek için can atıyordum.
Ama ben bir “cachaco” olarak yetiştirildim.
Bizlere zevklerimizi çok fazla göstermememiz ve düşündüğümüz her şeyi söylemememiz gerektiği öğretilir. Ve bir top dondurma da yeterlidir. Ben de sonunda pes ettim.
O menüyü hayatımın en favori öğle yemeği olarak hatırlıyorum.
Gabriel Garcia Marquez’in evine davet edilme nedenim ise tuhaf bir şekilde klasik edebiyatı takdir etme konusundaki isteksizliğimdi.
Soru
Her şey birkaç hafta önce, patronum Mauricio Vargas Linares’in bana Gabo Vakfı’ndaki atölyede, çalıştığım Semana dergisini temsil edeceğimi söylemesiyle başlamıştı.
Gabo Vakfı o zamanlar Yeni İbero-Amerikan Gazetecilik Vakfı olarak anılıyordu ve İspanyolca konuşan gazetecilerin eğitimini geliştirmek için Gabriel Garcia Marquez tarafından kurulmuştu.
Garcia Marquez’i dergiyi ziyaret ettiğinde bir kez görmüştüm. Hiç konuşmamıştık ama gazetecilik mesleğini yeni yeni anlamaya başlayan bizlere karşı her zaman çok sevecen davranırdı.
Hiç unutmam, derginin sahibi tarafından zaman zaman düzenlenen gösterişli öğle yemeklerinden birine García Márquez de gelmişti.
Derginin muhabir kadrosunun oturduğu uzaktaki masayı görünce, kendisine şöhretli insanlar ve bakanlarla aynı yerde bir masa ayrılmış olmasına rağmen, bizi işaret ederek, “Teşekkür ederim ama ben orada muhabirlerle oturacağım” demişti.
Vakıftaki çalışma grubunun gündemi gazeteci günlükleriydi. Seminere katılan da Meksikalı gazeteci Alma Guillermoprieto idi.
Ben 23 yaşına yeni basmıştım ve çalıştığım haftalık dergiyi çıkaran deneyimli gazetecilerden oluşan seçkin bir gruptan öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeye çalışıyordum.
İngilizce bilmiyordum ve Guillermoprieto’nun kim olduğu bir yana, The New Yorker dergisinin ne olduğu hakkında bile hiçbir fikrim yoktu.
Ayrıca Cartagena’ya gitmeden önce okumamız gereken Daniel Defoe’nun A Journal of the Plague Year (Veba Yılı Günlüğü) kitabını da hiç duymamıştım.
1664-1666 yılları arasında Londra ve çevresini kasıp kavuran vebayı romanlaştıran bu eser, Marquez’in gelmiş geçmiş en iyi anlatılardan biri olarak kabul ettiği tarihi kurgu kitapları arasındaydı.
O hafta boyunca Alma Guillermoprieto bana titizlikten ödün vermenin kabul edilemez olduğunu; önemli konuları, o konulara özgü hikayelerle anlatmanın önemini öğretti.
Kendisinin de New Yorker’da yayımlanan ve sonradan İspanyolcaya çevrilen 13 mektubunda Latin Amerika’yı böyle anlattığını aktardı.
Garcia Marquez, atölyeye katılmak için seçilen 10 genç gazetecide uyandırdığı hayranlığın farkındaydı ve oturumlardaki resmi havayı dağıtmak, bizdeki heyecanı da yatıştırmak için elinden geleni yaptı.
Bizi sanki hayatı boyunca tanıyormuş gibi davrandı ve dışarıdan bakan biri, odadaki en heyecanlı kişinin o olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi.
Atölyenin sonunda Garcia Marquez bizi o zamanlar Cartagena’daki bohem topluluğun bir araya geldiği ve kendisi ile Alejandro Obregon ve Enrique Grau gibi sanatçılar arasında efsanevi gecelere ve sohbetlere sahne olan La Vitrola’da akşam yemeğine davet etti.
Gecenin büyük bir kısmını Garcia Marquez’e klasik edebiyatı son derece sıkıcı bulduğumu ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım bende bezginlik uyandırdığını itiraf etmek için uygun zamanı kollayarak geçirdim.
Ona gazetecilik becerilerimi geliştirmek için gerçekten hepsini okumak zorunda olup olmadığımı sormak istiyordum.
Ama entelektüel zayıflığımı ona nasıl itiraf edebilirdim ki?
Garcia Marquez’in de tabak, çanak, bardak ve kulağı sağır eden müziğin gürültüsü arasında, zihnimde güvensizliklerimle boğuşurken öğrencilerle vedalaştığını gördüm.
“Üstat, bir konu daha var” dedim ve hevesle yerimden kalkıp ona doğru ilerlemeye başladım.
Kaşlarını kaldırdı ve devam etmem için bana izin verdiğini hissettim.
“Size klasik edebiyatı okuyabilmek için ne yapabileceğimi sormak istiyorum.”
“Daha ne kadar Cartagena’dasın?” diye sordu.
“Biraz daha kalıp hafta sonu eğlenmek istiyorum” dedim.
“Peki, yarın beni ara.”
“Ama bende telefon numaranız yok…”
“650143”
Gençken yaptığım birçok aptalca şeyden biri, numarayı yazmadan ezberlemeye çalışmamdı.
“İyi misin, gazeteci?” dedi, gülümsedi ve bana kalemini uzattı.
“Şunu bir kağıda yaz, unutacaksın. Sonra da hayatın boyunca pişman olacaksın.”
Liste
O gece çok az uyudum. Her 20 dakikada bir onu aramak için saatin makul olup olmadığını kontrol edip durdum. Saat nihayet 9 olduğunda cesaretimi toplayıp not aldığım telefon numarasını çevirdim.
Garcia Marquez benimle konuşurken bir anda eşine, “Öğle yemeği planımız var mı Merce?” diye sordu. Sonra da “Tamam o zaman Alvarez’e gelmesini söylüyorum” diye devam etti.
Daveti kabul eder etmez heyecanla patronumu aradım.
“Ne yapmalıyım? Ne götürmeliyim? Nasıl giyinmeliyim?”
Patronum, “Aptal olma, götüreceğin ya da yapacağın hiçbir şey onu etkilemeyecek. Bunları düşünme. Git, kendin ol, başkasıymış gibi davranma ve yemeğin tadını çıkar” diye bilgece tavsiyede bulundu.
Her zamanki tişörtümü ve kot pantolonumu giymeye karar verdim ve büyük bir hevesle dairesindeki randevuya gitmek için öğle saatinin gelmesini bekledim.
Yemekte kızarmış balık, kızarmış muz ve hindistan cevizli pilav yedik ve dondurmadan sonra nihayet konuşmaya cesaret edebildim.
“Üstat, itiraf etmeliyim ki klasikleri okurken aşırı sıkılıyorum. Hiçbirini bitirmeyi başaramadım.”
Bana, akıl danıştığı birinin, Yunan klasiklerini öğrenmezse asla büyük bir yazar olamayacağını söyleyene kadar, kendisinin de klasiklere dudak büktüğünü anlattı.
Klasikleri keşfettiğinde de aşık olduğunu aktardı.
Oedipus’a olan takıntısını ve babasını kimin öldürdüğünü araştırmak isteyen ancak trajik bir şekilde katilin kendisi olduğu sonucuna varan bir adamın hikayesinin onu nasıl baştan çıkardığından bahsetti.
Kitaplardaki dilin bende yarattığı bezginliğin üstesinden gelmek için çaba göstermemi ve anlattıkları muhteşem hikayelere odaklanmamı istedi.
“Peki okunması gereken klasiklerin bir listesini yapmak zorunda olsaydınız hangileri bu listede yer alırdınız?” diye sordum.
Büyük bir heyecanla “Hadi gel yapalım şu listeyi” dedi ve not defterini açıp bu hikayenin özünü oluşturan listeyi yapmaya başladı.
İspanyolca olan listenin Türkçe çevirisi şöyle:
1. İncil
2. Binbir Gece Masalları
2a. Platon ve Aristoteles
3. Odysseia
3a. Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri – Diogenes Laertios
4. Sophokles: Kral Oidipus
5. On İki Caesar’ın Yaşamı (Suetonius)
6. Plutarkhos
7. İlahi Komedya (Inferno)
8. Horatius (Ars Poetica – Şiir Sanatı)
9. El Cid (Baladlar)
10. Amadís de Gaula
11. Don Kişot
12. Şiir: İspanyol Altın Çağı
13. Gargantua ve Pantagruel
14. Yitirilen Cennet – John Milton
15. Chroniclers of the Indies
16. –
BBC Türkçe’nin notu: Listedeki bazı kitapların Türkçe çevirisini bulamadık, bilen okurlarımız var ve Türkçe çeviri isimlerini iletirse memnuniyetle güncelleriz.
Elimdeki liste bu. 30 yıl geçti ve hala bugüne kadar her bir kitapla ilgili olarak bana anlattıklarını not almama hatasının pişmanlığını yaşıyorum.
Mesela neden 2a ve 3a gibi ifadeleri kullandığını hatırlamıyorum. Alt maddeler neden var bilmiyorum. Ayrıca 16 numara neden boş onu da hatırlamıyorum.
Ölümünün 10’uncu yıldönümünde paylaştığım bu listenin yanında her bir eseri neden dahil ettiğine dair gözlemler olmasının daha faydalı olacağının farkındayım.
Belki de bu yüzden şimdiye kadar paylaşmak konusunda hep isteksizdim.
Evimdeki duvarda asılı bu listeyi gören kitapkurdu bir arkadaşımın sergilediği coşkuyu görünce benim anlattığım bu hikayedeki bana ait gazetecilik hatalarına rağmen bunu öğrenenler için bir değeri olacağını düşündüm.
Ayrıca Garcia Marquez’in anılarını yayınladığında söylediği o harika cümleyi de hatırladım:
“İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”
Yıllar içinde bu listedeki bazı eserleri okudum. Chronicles of the Indies’ın bazılarını, Kral Oidipus’u, Binbir Gece Masalları’nı, Odysseia’yı, İncil’den bazı bölümleri, İlahi Komedya’yı Golden Age’den bazı şiirleri okudum.
Ama inanıyorum ki, bir Nisan öğleden sonrasında, bu harika listeyi hazırlayan, önerdiği bütün kitapları gereken saygıyı göstermediğim için bana kızmazdı.
Bir tesellim, o unutulmaz öğle saatlerinde benim bir başka itirafım üzerine dile getirdiği bir diğer tavsiyedeydi; o sırada hala Don Kişot’u okuyamamıştım:
“Bak sana tavsiyem şu: Kitabı tuvalette erişebileceğin bir yere bırak ve tuvalete her gidişinde biraz oku.”
GÜNDEM
29 Aralık 2024SPOR
29 Aralık 2024GÜNDEM
29 Aralık 2024SPOR
29 Aralık 2024SPOR
29 Aralık 2024GÜNDEM
29 Aralık 2024GÜNDEM
29 Aralık 2024